Bir “Ulupelit” Rotasında
Her doğa yürüyüşüne çıktığım sabah karanlıklarında, aynı şeyi aklımdan geçiriyorum. “Bu şehir uyumuyor, koca bir tiyatro sahnesi var; sırası gelen akbillerine ve gaz pedallarına basıyor ve tiradını okuyor.”TrekinTurkey organizasyonuna katıldığım ilk günden beri heyecanım hiç değişmedi. “Ya geç kalırsam, servisi kaçırırsam?Ya doğadan eksik kalırsam... Ya da doğada kaybolursam...(Olsa fena olmaz hani)
Sabahki uyku dakikalarından çalmamak adına kontrol listesine uyku ilacı muamelesi yaparım ki rahat uyuyayım.
Evet,hazırım dev sahne için ...
Metrobüs, köy kıraathanesi gibi tek tük kadın var.Serviste durum tam tersi, “bütün kızlar toplandık. “ tadıyla yola koyuluyoruz.
Ulupelit’deki kahvaltı molasına geldiğimizde, tüylü dostlar komitesi kuyruklarıyla dans ederek bizleri karşıladı.Hava oldukça soğuk ve nemliydi, güneş; ışınlarını üstümüze salmamıştı daha. Ulupelit’de bir kıraathanenin siftahını yapmak üzere kahvaltılıklarımızı çıkarttık.Çayların servis edilmesiyle gelecek olanları beklerken sohbete daldık.Karbonhidratlı yiyeceklerin ve işlenmiş gıdaların hayvanlara ve insanlara zararından dem vurup yerleşik düzeni kuranlara selam ettik.Birazdan göçebe zamanları yad edeceğiz tabanlarımızla.Ülkeyi kurtarmamak olmaz tabii, televizyon açık çünkü. Kahveden çıkmamızı dört gözle bekleyen aynı tüylü dostlarımızı da doyurarak son hazırlıklarımızı tamamladık.
Yürüyüşümüze hazırız...
Parkura başlamadan önce hızlı öfkeli sesleri ile spor arabalar geçmeye başladı bir bir.Nasıl yani köyde bu arabalar ne alaka ?Derken, bölgede ralli pisti olduğunu öğrendik. Onların, “arabası var , güzel mi güzel?” bizim ayakkabılarımız!
Bu sonbaharın sayılı olabilecek yürüyüşüne başlamak için çemberimizi yapıp sayımızı aldık. Bu kısmı çok seviyorum. Yürürken birbirimize sahip çıkmamızı sağlayan bu komut, bir zincirin halkalarını oluşturuyor; her bir halkadaki sayı da ismimiz oluyor adeta. Rehberimizin, “Yolunuzu kaybederseniz yerinizde durun, biz sizi buluruz.” demesini seviyorum. Ne de olsa daha olgunlaşmamış bir doğa yürüyüşcüsüyüm. Hayattan da beklentimiz çoğu zaman bu yönde galiba!
Ekibin ardındayım, yürüyüşümüz ring.Yani başladığımız yerden aynı noktaya geleceğiz.İki tane oldukça genç katılımcımız, tabletlerinden kopup gelmişlerdi.Çok da hevesli yürüyorlar ve dikenli sarmaşıkları tutarak özellikle hanımlara yardımcı oluyorlardı.Çok tatlılar çok!
Doğa tüm huzuru ile bizi kucaklamış durumdaydı.Yol boyunca yapraklar toprağı bir halı gibi kaplamış, onu korumaya hazır; dans ederek döne döne yerlere düşüyorlardı. Belirli aralıklarla geçtiğimiz derelerde, birbirimizin geçişini kolaylaştırırken bazılarımıza da sulu süprizler denk geliyordu.Güneşin su birikintisindeki ışıltıları tıpkı bir elmas pırıltısı gibi gözümüzü alıyordu. Yol boyunca, ağzımızı “bir” hoş eden muşmulalarla, elma meyvesi gibi daldan topladığımız yaban çilekleriyle, az da olsa şifa için topladığımız kuşburnularıyla, dikenleri ile savaştığımız böğürtlenlerle beslendik. Papatyalar, Yaşar’dan“Aldanırım” şarkısını mırıldanarak fotoğraflara boynu bükük poz verdiler.
Doğadan aldığımız enerjiyi, yatağımıza gidene kadar mufaza edebilmek dileğiyle turumuzu tamamladık.
Yazar: Çiğdem Çinko