Bir Garipçe rota

Bir garip rota!
Bastığınız yere dikkat edin, altından bir hikaye çıkabilir! Bu yürüyüş rotamızda o kadar çok hikayeyi es
geçemedik. Hikayelere yürümek trekking hiking yapmak  istedik.
İstanbul Boğazı, Avrupa ve Asya’yı, doğu ve batıyı ayırıyor yıllardır birbirinden. O boğazdan ne
gemiler, ne savaşçılar ne komutanlar geçti kim bilir? Orhan Pamuk’un “Kara Kitap” adlı eserinde
dediği gibi “O sular bir çekilse tüm güç mücadelesinin kokuşmuşluğu kalır geriye. “Konumuz boğazın
altı değil tabii yeri geldi söyledik sadece… Ha bir de Karadeniz, salın beni, ben bir Ege’ye akayım deyip
duruyor.
Rumeli Feneri ve Garipçe köyüne önümüzdeki günlerde trekking rotamız olacak.
Bu, can İstanbul’umuzun nadide bölgesi, Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün faaliyete geçmesi ile daha
da bir nadide oldu bu aralar. Tarih, mitoloji, efsane, huzur, organik gıdalar, toplumumuzun en sevdiği
öğün, yürüyüş rotaları, yeşil ve mavi seyir alanları.
İstanbul, tarih boyunca paylaşılamayan bir bölge olduğundan kazanılması için hep boğaz suları
kullanılmıştır. Tabii korunması için de yüksek çaba harcanmıştır. Osmanlı da Anadolu Hisarı’nı ve
Rumeli Hisarı’nı yaptırmış bu amaçla.
Kuşatmadan sonra özellikle Karadeniz üzerinden gelen Kazak saldırılarına karşı Rumeli Feneri Kalesi
1769’da inşa edilmiş. Yapıldığı dönemde, kıyıları koruyan askerlerin aileleri de aynı zamanda burayı
bir şehir gibi kullanmış. Bugün de kale, turistik amaçla, güvenle, deniz seyri ve güzel anıları
çerçevelemek için kullanılıyor.
Bir de mitolojik öyküsü olan iki taş var ki, seyredip renkleri hakkında tartışma yapabilirsiniz. Bu
tartışmanın sebebi, renk algınızı etkileyen, taşların jeolojik yapısıdır.
Mitolojik öykü ise tahtı üvey kardeşine kaptıran bir kralın oğlunun, babasının ve kendisinin hakkını
geri almak için elli kahraman ile yaptığı yolculuğun detaylarıdır. Bu kayalardan güvenle geçebilmek
için bir güvercini kullanmalarını ve haklarını nasıl geri aldıklarını bir yerlerde okur ya da dinlersiniz.
Asıl önemli olan bu iki kayanın jeolojik, arkeolojik ve mitolojik açıdan kültürümüze kattıkları ve bu
hikayeyi genç nesillere aktarmak için çaba sarf ediyor olmamız. Sarıyer Belediyesi’ne bunun için
teşekkür ederiz.
Bugün bu kayalar hala yerlerinde durmaktadır. “Öreke Kayaları” deniyor. Kayaların en büyüğünün
üstünde Apollon Sunağı’nın bir parçası, geçmiş zamandan günümüze kadar gelmiş. Zamanında boğazı
kullanan gemiler geçişlerini güvenle yaptıkları ya da sağlıkla geri döndükleri için sunaklarını bu
tapınağa iletirlermiş. Rumeli Fenerinin bulunduğu yerde, antik dönemlerde, gemilere ateş yakılarak
yer gösterilirmiş. Bu yüzdendir ki ateşin eski adı “Faros” olan kelime bugün “Fener” olarak kullanılır ve
yaptığı görev de aynen devam eder. Ayrıca fener hem karantina hem de yönetim merkezi olarak da
kullanılmıştır.
Gelelim, Rumeli Feneri’nin altındaki “yatır” sırrına. Rivayete göre, fener yapılış aşamasında iki kere
yıkılır. Fransızlar tarafından tekrar yapılmak istenince halkın “burada yatır var” uyarısı ile önce türbe
(Sarı Saltuk Türbesi), yapılmış sonra türbenin üstüne fener yapılarak sorun çözülmüştür.
Dedik ya bastığımız yerler hikaye dolu. Gelelim Garipçe’ye
Garipçe köyüne antik çağda “Gyropolis” ya da “Akbabalar” denirmiş. Gyropolis’in zamanla Garipçe
şeklinde söylendiği düşünülür.

Garipçe Köyü’nün tam karşısında bulunan Poyras Köyü’nde’de kale mevcuttur. Bu durum boğazdaki
aynalanmış durumlardan biridir. İki kale yine Kazakların saldırısına karşı yapılmıştır.
Garipçe’de bulunan kale, dışarıdan savunma kalesi gibi görünmese de içeriden incelendiğinde oldukça
geniş koridorları ve kemerleri mevcuttur. Geniş gözetleme pencereleri ile doludur. Hatta camii olarak
bile kullanılmış, Bizans zamanında da bir manastır olarak kullanılmıştır.
Umarız, mekanın ıssızlığı hep sürsün, bu hikayeleri hep dinleyelim, kulaktan kulağa aktaralım biz de.
Yazar Çiğdem Çinko